Ressam bize bakıyor. Sahi biz kimiz? Henüz kim olduğumuzu bilmiyoruz. Resmi görebilseydik, kim olduğumuzu söyleyebilirdik, ama tuvalin arkasını görebiliyoruz sadece. Acaba ressam bizi nasıl resmediyor? Meraktayız. Temsil edilmeye ihtiyacımız var, temsil aracılığıyla kendimizi tanıyabiliyoruz.

Aynaya baktığımızda imgemizi görememek kadar can sıkıcı bir durum yoktur. Sokakta yürürken bile imgemizle göz temasını kaybetmemek için vitrin camlarındaki yansımalarda kendimizi arıyoruz. İmgemiz ile bedenli varoluşumuz arasında ters orantı olmalı. Baksanıza, bedensel kudretimizi yitirdikçe, imgelerimiz nasıl da güçlenip çoğaldılar, tüm gücümüzü temsile ve temsilcilere devrediyoruz. Ve imge güçlendikçe kudretin azaldığını, sanal âlemde imgelerini paylaşanlardan biliyoruz. Ete kemiğe bürünmüş kudretli varlıklar ortadan kalkarken, parlak yüzeylerdeki güçlü imgeler çoğalıyor. Ve kudretli bedenlerin kamusal mekândaki karşılaşmaları yerlerini, imgelerin birbirlerine dokunmadan kayıp gitmelerine bırakıyor.

Meninas’in Nedimeler’i
Söz konusu, Velásquez’in 1656 tarihli “Las Meninas” (“Nedimeler”) tablosu. Ressam çok geçmeden tuvaline dönecek ve bizi resmetmeye devam edecek. Ama biz henüz tuvalin yüzeyini göremiyoruz, henüz yüzeye çıkmamışız demek ki; henüz aktüel olarak değil, virtüel, yani gizil güç olarak var olabiliyoruz. Henüz derinlerde bir yerdeyiz. Ve yüzeyde nasıl bir kimliğe bürüneceğimizi kestiremiyoruz. “Ressamın gözünü diktiği yer aslında anbean içerik, form, yüz, kimlik değiştiren bir yerdir” (Foucault, Velásquez, İletişim). Sürekli form değiştiren nesnesini nasıl yakalayacağı ve temsil edeceği ressamın sorunu. Ama asıl sorun, sürekli form değiştiren bizlerin imge perdesinde, yani tuvalde yakalanıp sabit bir imgeye dönüştürülmemiz. Ve ressamın ürettiği bu sabit imge, yani temsilimiz üzerinden bize bir kimlik biçilmesi ve bu temsili kendimiz sanmamız.

ressam-bize-bakiyor-522329-1.
Velasquez’in Las Meninas (Nedimeler) tablosu.

Güçsüzlüğümüzü gösteriyor
Ressam, ele geçirilmesi imkânsız bir oluş halini bakışıyla yakalayıp evcilleştiriyor. Ama henüz resmimizi göremedik, çünkü hâlâ tuvalin arkasındayız. Bu gidişle hep tuvalin arkasında kalacağız, karşısına geçebilseydik kendi resmimizi biz yapabilirdik ama izin verilmiyor, birisi bizi resmedecek ve “siz busunuz” diyecek, alıştık. Tuvalin arkasında kaldığımız ve yüzeye çıkıp mevcut şeyler düzenini değiştiremediğimiz takdirde, birileri bize bir kimlik biçecek ve bu kimlik bir temsil olarak bizim yerimize hareket edecek. Ressam bize güçsüzlüğümüzü gösteriyor; yüzeye çıkıp mevcut şeyler düzenini değiştirmek yerine, kudretimizi nasıl da temsilcilere devrettiğimizi. Velásquez’in tablosunun arka planında bir ayna var, bizi yansıtması gerekiyor ama baktığımızda kendimizi değil de kral ve kraliçeyi görüyoruz. Yerimizi onlar işgal etmiş, bizi onlar temsil ediyor. Demek ki tüm kudretimizi despota devretmişiz.

Şimdilik eksik olan halktır
Velásquez’in tablosu temsil krizini yansıtıyor. Bu tablo, despotun nasıl da bizim yerimizi gasp ettiğinin resmidir. Tabloda biz yokuz. Ressam bize bakıyor ama aynaya yansıyan kral ve kraliçedir. Ressamın gördüğü, sürekli form ve kimlik değiştiren ve tablonun yüzeyinde şimdilik eksik olan halktır. Bizi ancak biz temsil edebiliriz ya da bir resim çıkacaksa ortaya, o resmi biz çizeriz. Ressam da biziz, resmedilen nesne de. “Ressam aynı anda, hem temsil edildiği bu tabloda görünür olup hem de bir şeyleri temsil etmeye çalıştığı o tabloyu göremez” (Foucault). Nesne ile öznenin ayrımsızlaştığı bir düzlemde ne ressamı ne de resmedileni görebiliriz, sadece eylemlerimiz var. İnsan devindikçe çizer kendini ve manzara sürekli değişir. Ama temsil o kadar işlemiş ki içimize, ressamı ve ürettiği temsili arıyor gözlerimiz; toplumsal değişime dair tüm beklentilerimizi, umut adı altında temsilcilere yüklüyoruz. Ama artık temsil krizde. Boşuna poz vermeyin ressamın karşısında. Toplumsal tablodaki yerinizi çoktan despot işgal etmiş. Baktığınızda kendinizi değil, despotu göreceksiniz.

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz